Yönetim danışmanlığı firması McKinsey & Company, COVID-19 salgının farklı alanlar üzerindeki etkileriyle ilgili raporlarını paylaşmaya devam ediyor. McKinsey’nin işletme ve ekonomi araştırma kolu olan McKinsey Global Enstitüsü (MGI), ‘Tüketici Talebindeki İyileşme ve COVID-19’un Kalıcı Etkileri’ raporunu yayınladı.
Fransa, Almanya, İngiltere ve ABD’de yapılan araştırmalara dayanan bu raporda; pandeminin, toplumun değişik kesimlerinde ekonomik açıdan yarattığı etkiler inceleniyor. Bu amaçla, tüketiciler; harcanabilir gelir ve yaşlarına göre dokuz gruba ayrılıyor. Bunun yanı sıra tüketici harcamalarının neredeyse dörtte üçünü oluşturan sektörlerden, altı vaka derinlemesine analiz ediliyor. Raporda, bu analiz sonuçlarına bağlı olarak, tüketici talebinin nasıl gelişeceğine ve pandemiye bağlı davranışsal değişikliklerden hangilerinin ‘kalıcı’ olacağına ilişkin öngörüler ortaya konuyor.
Biriken tasarruflarla beslenen bastırılmış talep, hızlı bir toparlanma sürecine işaret ediyor
Pandeminin ilk aylarında, Çin, ABD ve Batı Avrupa’da; tüketici harcamalarındaki ani ve derin düşüş, sağlık endişesiyle vazgeçilen hizmetlerden kaynaklandı. Seyahat, eğlence ve yemek gibi yüz yüze hizmetlerin, kısıtlamalarla birlikte birden durması, yüzde 11 ile 26 arasında değişen talep düşüşünün sebebi oldu.
McKinsey raporuna göre; bu kategoriler uzun vadede büyüyor ve tüketici anketleri, pandemiden sonra güçlü bir talep toparlanmasına işaret ediyor. McKinsey uzmanları, bu noktada; tüketicilerin bastırılmış talebinin, bazı kesimler için oluşan önemli miktardaki tasarruf birikimleriyle birleştiğinde ‘intikam alışverişine’ dönüşebileceğini belirtiyor. Zira ABD ve Batı Avrupa’da, tasarruf oranındaki yüzde 10 ile 20 puan arasında değişen artışın, birçok haneyi harcama yapmaları için güçlü bir konuma getirdiğine vurgu yapılıyor. Bu artış oranının, ABD’de yıllık tasarrufların ikiye katlanmasına denk geldiği belirtiliyor.
Bu tablo, pandemiyi sona erdirecek etkili bir aşı uygulamasının; artan tüketici güveninin, bastırılmış talep ve birikmiş tasarruflarla beslenerek, talepte pandemi öncesi seviyelere ulaşılmasında etkili olabileceğini gösteriyor. Ayrıca Çin’de salgının kontrol altına alınmasıyla birlikte tüketici harcamalarında gözlemlenen toparlanma, çoğu ülke için iyimserliğin başka bir nedeni olarak öne çıkıyor. Bütün bu olumlu tablonun yanı sıra raporda; bu ölçekte bir krizin beklenen olumsuz yanlarından birinin de düşük gelirli hanelerdeki iş kayıpları ve gelir belirsizliği olduğuna dikkat çekiliyor. Yüksek gelirli haneler pandemi döneminde tasarruf miktarlarını artırarak ya da büyük ölçüde zarar görmeden atlatabilse de düşük gelirli hanelerin yaşadığı olumsuzluklar nedeniyle toparlanmanın özellikle ABD’de düzensiz olacağı öngörülüyor.
Pandemi, tüketici davranışında kalıcı değişikliklere yol açıyor
Pandemi, bir yandan tüketicilerin tercihlerinde dijitali daha fazla benimsemesini hızlandırırken, diğer taraftan da ev dışında harcanan zaman ve paranın kesintiye uğramasına neden oldu. Bu dönemde yaşanan davranış değişikliklerinin kalıcı olup olmayacağını belirlemek için McKinsey uzmanları; geniş bir yelpazeyi kapsayan sektörlerden alınan altı tüketim grubunu inceledi. Bunlar arasında; çevrimiçi market alışverişinin hızlanmasının, evin varsa bahçenin; spor, oyun, hobi gibi farklı etkinlikler için yeniden düzenlenmesinin ve buna yönelik ekipman alışverişlerin yükselen trendler arasında yer aldığı görüldü. Ayrıca, uzaktan eğitime geçiş ve sanal sağlık hizmeti ziyaretlerine talepteki artış da dikkat çekiciydi. Bunlarla birlikte, canlı eğlencedeki ciddi düşüş ve uçak yolculuklarındaki azalma da madalyonun diğer tarafında yer aldı.
Pandemi dönemindeki tüketici davranışlarının kalıcılığını ölçmek için bir test geliştiren McKinsey & Company, 2020-2024 dönemine odaklanarak, tespit edilen değişimlerin büyük ekonomiler örneğine uyumunu değerlendirdi. Sonuç olarak raporda; çevrimiçi market alışverişinin, sanal sağlık hizmetlerinin ve tüketicilerin ev için yaptıkları yeni düzenlemelerin kalıcı olacağı belirtiliyor. Pandemi öncesindeki değerlerine dönmesi beklenen değişimlerin ise; uzaktan eğitim, uçak yolculuklarına ve canlı eğlence etkinliklerine olan talepte yaşanacağı öngörülüyor.
Şirketlerin ve hükümetlerin uygulamaları da kalıcılıkta belirleyici rol oynuyor
Kalıcılık için önemli bir ön koşulun da yeterli altyapı yatırımlarına bağlı olduğunun altını çizen raporda, bu durum; tüketici, şirketler ve hükümetler açısından ele alınıyor. Örneğin; tüketiciler için güvenilir internet erişimi ya da uzaktan eğitimle ilgili yaşadıkları deneyimler kalıcılıkta belirleyici rol oynuyor. Endüstri söz konusu olduğunda; çevrimiçi markette teslimat yetenekleri yüksek ve veri tabanını başarılı şekilde yönetebilen şirketler, tüketicilerin sahip olduğu seçenekleri belirleyerek yeni ortama hızlı ve etkili bir şekilde cevap verebiliyor. McKinsey uzmanları, bütün bunların yanı sıra tüketiciler nezdinde sürdürülebilirlikle ilgili yükselen hassasiyetin de kalıcılık üzerinde etkileri olacağını belirtiyor.
McKinsey & Company Ortağı İlke Bigan: “Çevrimiçi market alışverişi ve sanal sağlık hizmetlerinin yükselişi, pandemi sonrasında da kalıcı olacak.”
Pandeminin tüketici alışkanlıklarında büyük değişime neden olduğunu vurgulayan McKinsey & Company Ortağı İlke Bigan raporla ilgili yaptığı açıklamada; “Sektör ayrımı olmaksızın dijital ürün ve hizmetlerin benimsenmesi, bu dönemde önemli bir hız kazandı. Araştırmalarımız, örneğin ABD’de, bu hız sayesinde; e-ticaretin pandeminin ilk üç ayında 10 yıllık gelişime eş değer büyüme kaydettiğini ortaya koydu. Araştırmamızda ayrıca; tüketicilerin tercihlerindeki değişimin, marka sadakatlerine yansıdığını da gördük. Tüketicilerin yüzde 40’ı, bu dönemde yeni bir marka ya da perakende şirketini denediğini belirtiyor. Bu arada e-ticaretin yaygınlaşmasının ve büyüme trendini sürdürmesinin her ülkede aynı şekilde geçerli olduğunu söylemenin de mümkün olmadığının altını çizmek isterim. Zira bu dönemde tüketicilerin yaşadığı e-ticaret deneyimi de kalıcılıkta belirleyici rol oynuyor. Örneğin, pandemi döneminde tüketicilerin yüzde 60’ının internet üzerinden alışveriş yaptığı İtalya’da, bu deneyimi tatmin edici bulanların oranı yüzde 10’dan az. Bu durum nedeniyle; İtalya’da, yeni normalde e-ticaret kullanım oranlarında artışın sınırlı olacağını söylemek mümkün. Çin’de ise tam tersi bir tablo var ve online alışveriş eğiliminin uzun vadede süreceği tahmin ediliyor” dedi.
Tüketici davranışlarındaki değişimin kalıcılığında, şirketlerin bu sürece yanıtı kadar hükümetlerin üstlendiği rolün de etkili olduğunu belirten McKinsey & Company Ortağı İlke Bigan sözlerini şöyle sürdürdü; “Sağlık hizmetlerinin sanallaşması, çevrimiçi market alışverişinin neredeyse ikiye katlanması, evde vakit geçirme alışkanlığının yaygınlaşması dijitale yönelen tercihlerin örnekleri arasında yer alıyor. Ayrıca evden çalışmanın beraberinde getirdiği ev içi harcamaların artması, evlerin tadilatı gibi yeni tüketici davranışları yaygınlaşıyor. McKinsey & Company olarak; pandemi dönemi ortaya çıkan yeni tutumlardan hangilerinin devam edeceğini kapsamlı bir analizle belirlemeye çalıştık. Araştırmamızın sonuçlarına göre; çevrimiçi market alışverişi ve sanal sağlık hizmetlerinin yükselişi kalıcı olacak. Ayrıca, pandemi döneminde en güvenli alanımız olan evlerimize kazandırdığımız yeni fonksiyonların da kalıcı olacağı anlaşılıyor. Tüketici davranışlarındaki değişimde ve bunların kalıcı olmasında, şirketlerin ve hükümetlerin eylemlerinin de önemli etkileri olduğunu unutmamak gerekiyor. Bu çerçevede, şirketlerin iş modellerini ve hükümetlerinse altyapı politikalarını yeni normale göre yeniden ele almalarında büyük fayda bulunuyor.”
Tüketiciler gelir ve yaş gruplarına göre dokuz bölüme ayrılıyor
Araştırmada tüketiciler; düşük, orta ve yüksek gelir gruplarının yanı sıra gençler, orta yaşlılar ve 65 yaş üstü olarak üç grup altında ve çapraz tablolar halinde dokuz bölümde toplanıyor. Tüketim toparlanmasına ilişkin davranışsal varsayımlar için Oxford Economics iş birliğiyle geliştirilen ekonomik senaryoların baz alındığı raporda; McKinsey küresel iş liderleri paneli tarafından ortaya konan en yüksek ihtimalli üç iyileşme senaryosuna odaklanılıyor. Bunların üçünün de ekonomiye yapısal bir zararın gelmediği ancak farklı iyileşme hızlarını öngören senaryolar olduğunun altı çiziliyor.